Yasemine aşık olmanın inanılmaz hafifliği
Her şey bunalım da olduğun bir gün başlar. Hayatında hiçbir şey yolunda gitmiyor her şey üst üste geliyordur. Yaz sıcağında boş boş televizyonda gezinip zap yaparken biri dikkatini çeker. Bir grubun yeni çıkan bir dizisi, izlemeye başlarsın, içlerinden kızıl saçlı olanı dikkatini çeker. Daha önce neden fark etmedim ne kadar güzelmiş dersin içinden. Bir süre boş duvara öylece bakarsın. Sonra kendini toparlar hayatına devam edersin. Ama yinede onun adını duyduğunda irkilir, televizyonda, dergilerde gördüğünde içten içe bir kıskançlık duyarsın. Önce bunun adına aşk demezsin, aşk bu kadar basit değildir. Senin ki olsa olsa hayranlıktır. Ama kendine bile itiraf edemediğin bir gerçek vardır. Ne zaman canın sıkkın olsa, ne zaman bir şeyler ters gitse hep onu düşünerek huzur bulursun. Bunlar aşkın belirtisidir. Ama reddedersin. Ne sen onu tanıyorsundur ne o seni. Saçmalama diye düşünürsün. Ama bir gün bir şey olur. İşte şimdi dibe vurdum dersin. Artık yapabileceğim hiçbir şey kalmadı. Dibe vurdum. O sırada inadına karşına o çıkar. Kızıl saçları ve inanılmaz güzelliğiyle arz-ı endam eder. Belki televizyonda, belki bir gazete köşesinde yada belki seni teselli etmeye çalışan arkadaşlarının muhabbetinde. İçten içe evet dersin. Evet. Onu seviyorum. O beni anlayabilir. Biz anlaşabiliriz. Ve asıl dibe bu son kurduğun cümlelerle vurursun aslında. Artık hayatında bir gölge vardır, her şeyden çok sevdiğin, ama tutmak istesen tutamayacağın, sen peşinden koştukça aslında farkında olmadan senden kaçan, senden çok daha yüksekte bir gölge. Ona biraz olsun yakın olabilmek için ufak bir umudun kıvılcımlanması için konserlerine gidersin. Onlar sahneye çıktığında etraftaki kalabalıktan bir çığlık kopar. Aslında o kadar insanın içinde ne kadar basit göründüğünü fark edersin. Etrafındaki herkes potansiyel düşmanındır. Senin ona ulaşmanı engelleyen potansiyel düşmanlar. Ne kadar anlayışsızlar diye düşünürsün. Oradaki kimse onu senden daha fazla sevemez ki. Kimseyi dinlemez, hakaretlere, uyarılara aldırış etmez, sahneye yaklaşabildiğin kadar yaklaşırsın. Onlar dans ederken her şarkısına eşlik eder. Sürekli ona el sallarsın. İşte dersin işte bu sefer bana bakıyor. Büyük bir mutluluk duyarsın. Beni gördü. Beni fark etti. Sonra bir şey olur. Aslında ne sana bakmıştır, ne de göz kırptığı kişi sensindir. O an sahneye fırlamak için engel olunması zor bir istek duyarsın içinden. Derin derin nefes alırsın. Bilirsin ki sahneye fırladığında o seni fark edecek, ama Hepsi seni konserlerini bozan biri olarak görecek. Her şarkıda tekrarlarsın bunu her şarkıda tekrar tekrar deja-vu hissine kapılırsın bu yüzden. Sonra bir şey olur. Yavaş yavaş sahneden inmeye başlarlar. Sahnenin hemen arkasına inşa edilmiş kulise girmeden önce sanki hayat ağır çekime alınmış gibi hissedersin. Yavaş yavaş kapının arkasında kaybolur. Son gördüğün uçuşan saçlarıdır. Arkasından bakakalırsın. Kendine lanet edersin ben bütün konser ne yaptım diye. Onu görebilmiş olman sana yetmez. Çünkü insanoğlu tamahkardır. Hep daha fazlasını istersin. Neler kaçırdığını düşünürsün. Umutlarını bir sonraki konsere bırakırsın. Ama o zamana kadar yapılacaklar vardır. Belki okuyorlardır umuduyla fan sitelerine yazılacak yazılar, kimin çektiğini çıldırasıya merak ettiğin görülecek yeni fotoğraflar, internet üzerinden yapılan yarışmalarda ona verilecek oylar vardır. Bazen fan sitelerinde okuduğun bir yazı, ya da gördüğün bir fotoğraf seni o kadar etkiler ki kendini şarkılara filmlere bırakırsın. Her şarkıda onu anlatan bir bölüm ararsın. Kendi kendine gelin güvey olur evet bu şarkı bizim için yazılmış dersin Ya da izlediğin filmlerde kendini o karakterin yerine koyarsın. Alternatif sonlar üretirsin. İzlediklerin hep klasik bilindik filmlerdir. Yüzüklerin Efendisi’ni izlersin. Kendini Aragorn’un yerine koyarsın mesela. Yüzüğü falan boş verip Rivendell’e Arwen olarak gördüğün onun yanına yerleşirsin. Elrond’dan da zerre korkun yoktur. Ya da en iyisi Godfather’ı izlersin, Michael Corleone olursun bir anda, bu güne kadar hayatına girmiş bütün kızlara Kay’e yaptığın gibi düşünmeden suratlarına kapıyı kaparsın. İçeride “o” seni bekliyordur çünkü. Sonra televizyonda onu ilk görüşünde fark edersin ki hayat ne şarkılarda ne de filmler de ki gibi. Yine de kabus gibi bir gerçekliğe lanet ede ede kanarsın, filmler de yerine koyduğun “o”nun büyüsüne…